Volkan Sarıöz: Oyun sahnede değil seyircinin gönlünde oynanır
Semaver Kumpanya’nın yeni oyunlarından biri olan “Güzel Son”, seyirciyi edebiyat tarihimize davet eden bir oyundur. Ahmet Kaynak-Nurullah Ataç, Mehmet Konu-Sait Faik Abasıyanık, Mertcan Ertürk-Melih Cevdet Anday, Metin Alpargun-Orhan Veli Kanık, Muhammed Türkoğlu-Halim Şefik Güzelson, Onur Şenol- Mösyö Lambo’ Yu ve Selen Şenay-Suat Derviş. Oyunun yazarı Hakan Tabakan, yönetmeni Volkan Sarıöz.
Adına yakışır bir oyun olan “Güzel Son” alkışlarla yoluna devam ederken, yönetmen Volkan Sarıöz ile konuştuk.
“Güzel Son” nasıl ortaya çıktı?
İstanbul üzerine bir oyun yapma düşüncemiz vardı. Zaman geçtikçe iş büyüdü. O zamanlar şairlerin ve yazarların bir yere gelmesi gibi bir şey düşünüyordum. En sevdiğim dönem Yabancılar dönemiydi. Gelip sohbet edebilecekleri bir dünyaya sahip olmanın ne kadar güzel olacağına dair çeşitli fikirlerle dolaşıyordum. Geliştikçe gelişti ama aynı zamanda saklıyordum. Eğer atarsam çöp olarak unutulur. Ama bu kadar olmadı, kargaşa içinde kendini ortaya koydu.
Sonra sanırım oyunun yazarı Hakan Akdoğan devreye girdi.
Evet, ona söyledim. O da çok mutlu oldu, aynen dünyayı seviyorum dedi. Zamanın geldiğini söyleyerek başlayalım. Hızlı okumaya başladık. O teklifle geldi, ben teklifle geldim. Bu tür bir benzetme oluşmaya başladı.
Yazma süreci hep birlikte miydi?
Evet, birlikte ilerledik. Bazen Hakan ‘beni rahat bırak’ dedi, ben de ‘tamam’ dedim. Bu aşamalarda yeni tekliflerle geldi. Mesela Suat Derviş başta yoktu, Hakan önerdi. “Bu yeterli olur,” dedi. Orhan Veli’nin sevdiği hanımlardan biri olacağını söyledi. Böylesi daha iyiydi. Siyasi nedenlerle İstanbul’u terk etmek zorunda kalan bir yazarın varlığı ve edebi duruşu güçlü bir sonuç doğurdu. Ben de ikna oldum. Çok hoştu.
Tabii ki ilk metin yaklaşık iki saat sürdü ama projenin gereklilikleri nedeniyle bir saat on beş dakikaya indirmeyi başardık.
‘İZLEYİCİ TİYATRODA EN AZ OYUNCU KADAR ÇALIŞIYOR’
Oyuncular, canlandırdıkları şair ve yazarlara çok benziyor.
Ne de olsa gerçek insanlar oldukları için oyunun bazı handikapları vardı. Peki onları nasıl karşılaştırırız? Plastik makyajla, kostümle, neyle karşılaştıralım? Plastik makyajın bizi aşan bir bütçesi var. Ne yazık ki tiyatro çok fazla sponsoru olmayan bir mecra. Bu yüzden kendi imkanlarımız dahilinde düşünmeye başladık.
Seyircinin de bu illüzyona ortak olacağından emindim. Gerçek karaktere dair küçücük bir şey, bir elbise ya da bir devlet gibi ona gerçeklikle sunulursa, doğal olarak gerçekliğin geri kalanını tamamlar diye düşündüm. Böylece seyirci oyunu bıraktığında ne kadar benzediklerini söylerdi. Buna inancım tamdı. Sonuçta olan buydu.
Tiyatro sadece sahnedeki oyuncuların ortada oynadığı bir şey değildir. Yani oyun sahnede oynanmaz, seyircinin zihninde oynanır, gönüllerde oynanır. Seyirci de oyuncu kadar çalışıyor. Benim için tiyatronun en vazgeçilmez detaylarından biri bu. Diğer tür sadece şovmenlik gibi görünüyor. Oyunu seyirciyle birlikte oynamak bana daha pahalı geliyor.
Seyirci tiyatroya geldiğinde bilet alıyor. Yani bir sözleşme imzalıyor. Cüneyt Türel hocamız şöyle derdi. Ey oyuncu! Anlattığın hikayeye inandığın sürece, sen orada olduğun sürece ben de burada olacağım. Parlayan spot ışığının ay olmadığını biliyorum. Ama seninle bunun bir ay olduğuna inanacağım. Giydiğin kıyafetin bir kostüm olduğunu biliyorum, birkaç ay önce yapılmış ve yıpranmış. Ancak o kıyafeti yıllar önce yaptığına ve seninle yaşadığına inanacağım. Karakterine, dertlerine, yolculuğuna katılacağım. Bıraktığın boşluğu ben dolduracağım… Seyirci öyle düşünüyor. Ekranın önünde bir şey izlemekle ilgili değil. Ter kokan, ter kokan çok daha hareketli bir dönemde tiyatrodasınız. Diğer şeyleri dışarıda bıraktığınız, sadece onunla ilgili bir zamana dahil ettiğiniz bir şey. Bu yüzden tiyatro çok pahalı. Böylece güçlü bir etkileşim oluşturur. Bahsettiğim etkileşimin kaçınılmaz olarak bu oyunda da var olduğuna inanıyorum.
“Güzel Son” Hakan Tabakan’la birlikte çalıştığınız üçüncü oyun. Mesela bir yazarla çalışmak senarist-yönetmen ilişkisinde ne gibi şeylere sebep olur?
Bu harika bir şey. Ulaşmak istediğiniz noktaya birlikte ulaşabilirseniz harika bir şey oluyor. Ne de olsa yönetmen daha çok operasyonel bir alanda çalışıyor. Tek eserdir. O işi sahneye taşıyıp oyuncu, ışık ve kostümle bütünleştirdiğinizde ortaya ikinci bir iş çıkıyor. Yönetmen bu yönüyle daha fiziksel bir hareket üzerinde çalışıyor. Yazarın eylemi ise daha zihinsel bir yerden işliyor. Tüm hikayenin ilerleyişi, çatışması vb. her zaman kalem ve kağıt üzerinde şekillenir. Bu bağlantı, yönetmene yer açan bir şeydir. Sizi yaratacak olan Allah ile sohbet ederek var olacağınızı hayal edin. Bunun elbette artıları ve eksileri var ama asıl olan etkileşim.
Oyundaki yazar ve şairlerden kendinize diğerlerinden daha yakın bulduğunuz bir isim var mı?
Bu konuda o kadar büyük sözler söyleyemem. Orhan Veli’yi çok seviyorum. Melih Cevdet’i de. Aslında oyundaki diğer yazarları ve şairleri ve o dönemde adı geçenleri çok seviyorum. Aralarından birini seçip bu kadar diyemem. Hayatımın çeşitli dönemlerinde birinin bir cümlesi beni benden aldı, başka bir dönemde bir başkasının cümlesi beni birebir etkiledi. Bu vitrinde beğenilecek bir şey değil. Daha çok nefesindeki deniz kokusu gibi, çam kokusu gibi. Hangisini daha çok seviyorsun? Aslında nefes almayı seviyorsun, biraz öyle.
Peki neden özellikle bu şairleri seçtik? Bu insanlar sadece şair değiller. Hayatın birçok alanına dokunmuş insanlar. Onların büyük sorunu, büyük insan sorunudur. Yani onların derdi sadece iyi bir yazar, iyi bir şair olmak değil. En tepede oturup mekanın nimetlerinden faydalanmak isteyen bireyler değiller. Kederleri, dediğim gibi, büyük insanlık. Aksi halde yapılamazdı. Yoksulluğa ve zulme rağmen nasıl gelip mücadele ettiler? İnsanlığa olan inançları olmasa bunu yapamazlardı. O şiirler ve yazılar böyle ortaya çıktı. Onlar yeterli. O insanlarla bire bir konuştuğumuz dil doğrudur.
Oyunun geçtiği yerden de bahsetmeye değer. Neden özellikle Lambo’nun meyhanesini seçtiniz?
Birçok yer konuşma konusu oldu. Birçok yerde buluştular. Lambo’nun kendi hikayesinden dolayı Lambo’yu seçtik. Bu çok etkileyici bir parça. İşini kaybetmek, kunduracı olarak çalışmak, komünist olduğu gerekçesiyle polis tarafından sorgulanmak, intihar etmek… Sonra şairlerle borç defteri meselesi…
Onlarla evde karşılaşmak beni cezbetmedi. Daha sosyal bir alanda olmalarını istedim. Böylece İstanbul da devreye girecekti. O zaman bir masa olmalı. Sofra paylaşmaktır, birlikteliktir. Tablo güçlü bir metafordur. Lambo’yu sevdim. Başlı başına bir oyun olacak bir hikayesi var.
Uzun süredir yönetmenlik yapıyorsunuz ve şimdiden sahneye çıkmış birçok oyununuz var. Tüm bunların yoğunluğu ve etkileşimi nasıl?
Genelde böyle bir şey yapmak istediğim için yola çıkmam. Önümdeki hikayeye bakıyorum ve buradan nereye gidebilirim diye düşünüyorum. Önce hikaye, sonra rüya. Önüme çok farklı hikayeler geldi. Ben de her zaman bire bir oyun yapmadım. Destansı, klasik, açık form… Sonuçta sahnenin ifade olanakları var ve ben bunları keşfetmeyi seviyorum. Bu oyuncu için de geçerli. Format değiştiğinde, oynatıcının oynama şekli de değişir.
Günümüz tiyatrosuyla ilgili beğenileriniz ve eleştirileriniz nelerdir?
Şu anda eleştirebileceğim tek kişi kendimim. Ama sevebileceğim tek kişinin ben olmadığım doğru. (Gülüyor) Sevdiğim o kadar çok yönetmen var ki. Çok beğendim, eleştiri bana göre değil. Sevmediğim şeyler de var elbette ama bunu bireysel bir yerden, eleştirmen olarak değil seyirci olarak yapıyorum.
Birçok yerden kendimi eleştiririm çünkü bu böyle yapılır. Bu canlı bir şey. Ulaşmak istediğim bir yere ulaştığımda bile en çok eleştirdiğim kişi yine ben olacağım. Mükemmelliğe pek inancım yok. Aklımın bozuk olduğunu düşünüyorum. Benim görüşüm de Elimden geldiğince çok çalışıyorum, bu normal ama benim mükemmellik arayışım yok.
Son zamanlarda ne yapıyorsun?
Benim işim asla bitmez. İster bu oyun ister bu oyun olsun her zaman çalışan bir sistemim vardır. Ama bir oyun yapmak sadece bir oyun yapmak değildir. Ekonomik anlamı da vardır. Bu, hem tiyatroyu hem de kendinizi ayakta tutmak için bir yanıttır.
İşimizi yapmak gittikçe zorlaşıyor. Aslında pek çok iş gibi. Yani bu sadece bizimle ilgili bir sorun değil. Bizi izlemeye gelen seyirci de bir ton sorunla salona geliyor. Aslında maça gelmek, bilet almak vs hepsini toplayınca maddi bir yük oluşturuyor. Aynı zamanda insanların maçı izleme sıklığını da azaltır. Öte yandan, oyuncular var. O da oyundan aldığı damgayla nasıl yaşar, yeni bir oyun nasıl yapılır diye düşünür. Tıpkı “Güzel Son”daki gibi. Nasıl ki o insanlar tüm yoksunluklara rağmen bir kargaşa içindeydiler ve işlerini yapıyorlardı, seyirci de, oyuncu da bir bunalım içinde. Bu yüzden seyirci ısrarla geliyor, oyuncu bu yüzden ısrarla oynuyor. Tıpkı fırıncının ısrarla ekmek yapması, marangozun mobilya üretmesi gibi. Aslında hepimiz aynı yolda yürüyoruz.
Eklemek istediğiniz başka bir şey var mı?
Bu oyunda arkadaşlık kavramı çok değerlidir. Burnunuzu sızlatacak, gözlerinizi yaşartacak bir dostluk. Elbette hepimizin arkadaşı var ama bizim zamanımızda bu biraz zaman alıyor. Bu koşullar nedeniyle, gerçek dostluk özlediğimiz bir şey haline gelir.
Oyunda bir de ölüm sorunu var. Ancak ölüm aynı anda yoktur. Mesela bir insan kaybedeceğini bilerek, biteceğini bile bile neden yaşasın? Terk edileceğini bildiği halde neden birini sevsin ki? Neden öyle? Bu oyunda, bunun için bir tür coşku ve cevap var. Bu yüzden insanlar oyundan çıktıklarında bir süre çıkamıyorlar. Çünkü gittikleri her yerde bir şekilde azalacaklarını hissederler. Sevdiğin birinden ayrılmak üzere.